Bir yere seyahat etmeden önce yapacağım her şeyi kafamda bir düzene oturtmayı kendime adet edinmişimdir. Bu yüzden ani ve plan dışı hareketler yapmaktan mümkün olduğu kadar uzak dururum. Kaderin cilvesidir ki Roma’yı gezme fırsatı hiç beklemediğim bir anda kapımı çaldı. Bana ise sırt çantamı alıp yola koyulmak kaldı. Roma
Perşembe günü saat 15.00 civarı Hollanda’dan başlayan Roma’ya ulaşma serüvenim bir uçak ve iki otobüs aktarması ile cuma sabah 6.30’ta son buldu. Otobüsten inene kadar aklımda sadece otele gidip yatmak varken Roma’ya attığım ilk adımda başımdaki uyku bulutları dağıldı. Gün yeni doğmaya başlıyordu ve bu yüzden sokakların ıssız olacağını düşünmüştüm. Fakat yolda yürürken burnuma gelen fırından yeni çıkmış sıcacık ekmek kokuları, İtalyanların güne erken başladıklarının habercisiydi. Susuzluğumu dindiren çeşmelerden akan soğuk sular ise şehrin cömertliğinin… İçim huzurla dolu bir şekilde sonunda yatağımın yolunu buldum. Üstümü bile çıkaramadım. Uyumuşum.
Santa Maria Maggiore’nin Büyüleyici Atmosferi
Birkaç saatlik kestirmeden sonra önceki akşamdan otele gelen arkadaşımla birlikte kendimizi sokaklara attık. Saatlerdir boş olan midemizin yönlendirmesiyle kendimizi yerel kafelerden birinin gölgelik bir masasında bulduk. İtalya seyahatim boyunca yediğim en lezzetli şeylerden biri olan domatesli focaccia ekmeği ile kahvaltımı yaptım. Hesabı ödedikten sonra bir izci edasıyla elimize haritamızı alıp Roma’nın hazinelerini keşfe başladık. Şunu not düşmeliyim ki 38 derecelik bir ağustos öğleninde geziyorsanız, başınızda şapkanız olmadan dışarı çıkmayın.
İlk durağımız Santa Maria Maggiore Bazilikası oldu. İlk dakikadan çıta öyle bir seviyeye çıktı ki bundan iyisi zor bulunur diye düşündüm. Eşsiz işlemeleri, imza niteliğindeki koca sütunları ve duvarlardaki tasvirleriyle birkaç saatinizi hayranlık içinde geçirebileceğiniz muhteşem bir Orta Çağ başyapıtı. Ziyaretinin ücretsiz olması da her şeyin yanında başka bir güzelliği. İnşaat izleyen dayılar gibi ellerim arkamda bağlı turlayıp fotoğraflarımı çektikten sonra her köşede ve meydanda bulabileceğiniz hediyelikçilerin birinden hatıralıklarımı aldım.

Roma’nın Gizli Tuzakları: Bir Gladyatörle Pazarlık
Öğle sıcağını bir Hint restoranındaki buzlu limonatayla atlatmanın ardından rotamızı, Roma’nın simgesi olan, Kolezyum’a çevirdik. Geçtiğimiz ara sokakların açıldığı meydandan bizi selamlayan bu görkemli taş arena, beni birkaç saniyeliğine duraklattı. Ardından önünde fotoğraf çekilmek için en iyi açıyı bulmaya koyulduk. Ağaçların kapatmadığı bir boşlukta bu anları ölümsüzleştirdik. Kolezyumun yanına inmek için yürürken aniden gladyatör kıyafetli bir İtalyan tarafından durduruldum. Kafasındaki kaskı kafama taktı ve kılıcını elime verip arkadaşıma fotoğraf çekmesini söyledi. “Bende özel bir şeyler gördü herhalde.” diye düşünürken banknot dolu avucunu göstererek niyetini belli etti. Haliyle para vermeyi reddettim. O da o zaman fotoğrafları silin dedi. Neyse ki son silinenler diye bir mefhumdan haberi yoktu:) Böylece tüm Roma seyahatimiz boyunca karşımıza çıkacak jest kılıklı soygunlarla tanıştık.

Tarih ve Manzara: II. Vittorio Emanuel Abidesi’nin Büyüsü
Kolezyumu daha yakından görüp büyüklüğünden emin olduktan sonra Roma Forumu’nu solumuza alarak yürümeye başladık. Her iki adımda bir fotoğraf çekmek için durunca buranın ne kadar tarihi bir şehir olduğunu anlamak zor olmuyor. Sokak müzisyenlerinin insana huzur veren müzik ziyafetleri arasından geçerek Roma gezisinin benim için zirvesine ulaştık. II. Vittorio Emanuel Abidesi. Bu yazıyı yazana kadar antik dönemden kaldığını sandığım bu 19.yy anıtı, hem mimari ve estetik açıdan hem de sahip olduğu şehir manzarasıyla tam bir başyapıt. Biz de bu yorucu ama harika günü, çatısındaki seyir terasından yolcu ettik. Akşam yemeğini de Kolezyum’a iki dakika yürüme mesafesindeki fiyat/performans oranı gayet iyi bir pizzacıda (Trattoria Luzzi) yedikten sonra sessiz sokaklardan geçerek otelimize döndük.

İkinci günümüz nispeten daha rahat geçti. Sabah İspanyol merdivenlerine gidip adet üzere fotoğraflarımızı çekildikten sonra markalarla dolu caddelerde bireysel zaman geçirdik. Ben de bir erkek çocuğunun olmazsa olmazı olarak Lego mağazasında bir süre kendimi kaybettim. Öğle yemeğinde “ödüllü” bir restorandan hayal kırıklığına uğratan bir spagetti yedikten sonra Pantheon’un önüne geldik. Burada önce hediye diye koluma taktığı bileklik karşılığında para isteyen Senegalli Musa kardeşimden pazarlık ve oyunculuk yeteneklerimle bedavaya bileklik aldım. Bir sonraki uğrak noktamız, öğle yemeğinin kötü hatıralarını unutturan o harika tiramisuyu yemek için gittiğimiz Two Sizes adlı küçük ve şirin dükkân oldu. Adından da anlaşılacağı üzere tiramisular iki boy bardak halinde satılıyor. Önünden minik bir kuyruk hiç eksik olmuyor. Ben klasik olanını çok beğendim. Diğerleri de başka zamana artık.

Son Akşam Yemeği
Akşama doğru, Roma’nın günbatımı manzaralarının en güzel haliyle zuhur ettiği yerlerden biri olan Giardino Degli Aranci parkına doğru yola koyuldum. Etrafınız portakal ağaçlarıyla donatılmışken, gitarın duygusal melodileri arkanızdan uçuşurken ve ayaklarınızın altında bütün şehir uzanırken sevdiğinizi yanınızda arzulamanız gayet doğal. O yüzden yalnızlığıyla barışık olmayanlara tek gelmelerini önermem. Güneşin bir çocuk gibi ufuktan kayışına şahit olduktan sonra şehri ikiye bölen Tiber Nehri’nin kıyısına indim. Köprünün üstünden geçerek gençlerin akşamdan sonraki eğlence merkezi olarak bilinen Trastevere’ye geçtim. Lezzetinden nasıl bittiğini anlayamadığım tavuklu trapizzinomu yerken bir köşeye çekilip meydanda coşkuyla dans eden insanları seyrettim. Kalabalıkla birlikte biz de dönüşe geçtik. Elli dakikalık bir yürüyüşten sonra Roma gezisine fiilen son noktayı koyduk.
Sabah erkenden otobüse bindiğimizde içimde sadece bir pişmanlık kalmıştı. Tarihin belki de en büyük imparatorluğunu görmeden önce hakkında yeterince şey bilmiyor olmak. Bir zamandır alevi küçülmüş durumda olan okuma ateşimi de tekrardan harladığı için bu şehre bir teşekkürü borç bilirim. Ben arkama yaslanmış, gözüm yollara takılı bunları düşünürken otobüs de modern çağın milat noktası Floransa’ya doğru yol alıyordu.
Buraya tıklayarak Londra Anı Yazımızı okuyabilirsiniz.