Update cookies preferences

Yıllardır Beklediğim Kudüs Gezisi:

Mescid-i Aksa

İnsanın kendi kabuğunu kırıp dünyaya dışarıdan merhaba deme fırsatını yakaladığı bir serüveni muhakkak olmuştur. Benim de bu yolculuğum dünyanın göz bebeği olan Filistin’le başladı. Lise yıllarımdan beri kokusunu teneffüs edip dar ve taştan sokaklarından sıyrılıp kutsal ve bereketli olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya gitme arzusu içindeydim. Bu fırsatı üniversite 1. sınıfta dokuz kişilik bir arkadaş grubuyla beraber gerçekleştirme fırsatı karşıma çıktı. Tabii direkt bilet alıp gitmeye niyet ettik. Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Ben Gurion Havalimanı’na kalkacak olan uçağımız sabah saatlerindeydi. Bundan dolayı geceyi havaalanında geçirelim dedik.

Kudüs’e İlk Adım ve Para Cezası

Sabah saatlerinde uçağa bindik ve gerçekten işte tam o anda bir bilinmezliğe doğru kanatlandığımızı hissettim. Ekipten daha önce Kudüs’e giden kimse yoktu. Herhangi bir turla da gitmiyorduk, biletlerimizi alıp hostel rezervasyonlarımızı yapıp yola çıkan bir grup gençtik. Saat 11.00 civarı Ben Gurion Havalimanı’na indik ve üst düzey bir kontrol aşamasından geçtik. Gelen Türk ekiplerine karşı ekstra bir güvenlik önlemi vardı. Ben bu durumun Filistine en çok giden Türkler olduğu için onları yıldırmak ve işlerini zorlaştırmak istemelerinden dolayı olduğu kanaatindeyim.

Kontrol aşamasından sonra Ben Gurion Tren İstasyonundan trenle yaklaşık bir saat süren yolculuğun ardından The Old City’e varmıştık. Bu tren yolculuğu sonucunda ekipteki arkadaşlarımız İsrail polisi tarafından 85,5 şikel, takribi bin Türk lirası ceza yedi. Bunun nedeni ise bizim oradaki yerel akbil yerinden bir tane kart satın alıp içerisine herkese basabileceğimiz kadar para yüklememizmiş. Tabi oradaki sistem farklıymış, herkes sadece  kendi kartını kullanabiliyor. Vaziyeti her ne kadar anlatmaya çalışsak da polisler asla dinlemedi. Biraz daha uzatmamız halinde karakola götürüleceğimizi söylüyorlardı. Bu da Filistin’e daha yeni ayak basan bizlerin en son isteyeceği şeydi. Bu yüzden cezaları hiçbir zaman ödemeyeceğimizi bilerek polisin elinden aldık.

Kubbetü’s Sahra ve Kıble Mescidi

Kudüs, Mardin’i andıran dar ve taştan mahallelere sahip. Kalacağımız hosteli bulmak için bu mahalleleri dolaştık ve nihayetinde odalarımıza yerleşip yola çıkmak için hazırlandık. Kudüs’ün dar sokaklarından geçerken bir anda hepimiz durduk ve uzaktan parıldayan Kubbetü’s-Sahra’yı izledik. O an orada yaşadığım heyecanın tarifini yapmak bile gerçekten zor. Koşar adımlarla ilerledik ve Mescid-i Aksanın on kapısından biri olan Aslanlı Kapı’da İsrail askeri bize Müslüman olduğumuzu tespit etmek için birkaç soru yöneltti, ardından girişimize izin verildi. Mescid-i Aksa’nın içi her an her vakit neredeyse dolu. Özellikle Türk kafileleri her yerde, bundan dolayı asla yabancılık çekmedik. Uçakta hissettiğimiz o bilinmezlik aslında bu topraklara ayak bastığımız an kaybolmuş ve kendi evimizdeymiş gibi hissetmeye başlamıştık.

Yatsı namazına kadar Mescid-i Aksa’nın içerisinde ibadetlerimiz gerçekleştirdik. Sonra yatsı namazını kılmak için Kıble Mescidi’ne gittik. Herkesin bildiğinin aksine asıl cemaatin oluştuğu yer Kubbetü’s-Sahra değil, Kıble Mescidi’ydi. Burada namazdan sonra yol yorgunluğu vesaire derken dinlenmek için cami içerisinde bir saat uyuduk. Kıble Mescidi’ndeki görevliler bize güler yüzle seslenip caminin kapatılacağını söylediler. Biz de dışarı çıktığımızda Aksa’da hiç insan olmamasını fırsat bilerek gece fotoğrafımızı çekip hostelimize doğru yola koyulduk.

Mescid Gezileri

Kaldığımız hostel Eski Şehir’in yani surların iç kısmındaydı. Buraya iki dakika uzaklıkta Kudüs’ün kadim pazarları var. Bu pazarlarda yöresel elbiseler, baharatlar, hediyelik eşyalar olmak üzere birçok ürün satılmakta. Ertesi sabah kahvaltımızı yapmak üzere bu pazardan falafel ve taze fırın ekmeği aldık. Daha sonra tekrardan Mescid-i Aksa’ya gittik. O gün hızlı bir şekilde kahvaltımızı yapıp şehri yavaştan gezmek istiyorduk.  Bu gezimizde bize eşlik edecek olan Hidayet abimizle Kubbetü’s-Sahra’da buluşuyoruz. Rehberimiz Ebu Kuteybe geliyor, musafahalaşmadan sonra bizim ekip bir anda yirmi kişi oluyor. Kubbetü’s-Sahra’ya bizi buyur eden -Aksa muhafızı ama aynı zamanda Kudüs’e ve Aksa’ya ilmi olarak da gönül bağlamış- aziz rehberimiz Ebu Kuteybe bizi etraflıca bilgilendiriyor.

Sonraki durağımız Burak Mescidi. Efendimiz Burak ile Mekke’den Kudüs’e geldiğinde onu buradaki ağaçlara bağlıyor. Bu sebeple buradaki duvara Burak duvarı deniyor. Yahudiler Ağlama Duvar’ı diye orayı kastediyorlar, bitişiğindeki mescide de Burak Mescidi diyoruz. Ardından müzeye çıkıyoruz. Burada tarihe mal olmuş numuneler mevcut. Yapımı aylar süren ve İsrail askerlerinin mermileriyle hasar alan cam vitraylar, Nureddin Zengi’nin minberinden son kalan parçalar, Kubbetü’s-Sahra’nın eski kubbe alemleri, tahrip edilmiş mozaik örnekleri gibi yüzlerce parça… Artık öğle namazının vakti de gelmişti.  Namaz için bir mola veriyoruz. İçeride yanlış hatırlamıyorsam Gaziantep’te Siyaset Bilimi dersleri veren akademisyen bir abimizle tanışıyoruz. Kapıda dağıtılan hurmalardan birkaç tane almıştım, birini de oğluyla ona veriyorum. Ailecek gelmişler. Namazdan sonra kapıda lokum dağıtan Celal’e yardıma koşuyoruz. Türk’ü, Arab’ı, cümlesi elimizden lokum yiyor. Türk olduğumuzu duyunca bizimle fotoğraf çekiniyorlar.

Mescid-i Aksa’nın Dışı ve Hıristiyan Haccı

Burak duvarında adını daha sonra da duyacağınız Meğaribe diye bir kapısı var. Yahudiler bu kapıdan cuma (kalabalık olduğundan korkuyorlar) ve cumartesi (bayramları Şabat) hariç her gün polis refakatinde Aksa’ya baskınlar düzenliyorlar. 30-40’ar kişilik gruplar olarak belirli bir güzergahta yürüyorlar. Bir şey yapabileceklerinden değil, onların deyişiyle Tapınak Dağı’ndan ne kadar yer koparabiliriz veya orada ne kadar zaman geçirebiliriz derdindeler. Biz de cami çıkışı bu anlara şahitlik ediyoruz. Aksa’nın izin verilmediğinden dolayı bakımsız kalmış sessiz ve tenha kısımlarını gözlemliyor, Filistinli gençlerin Mervan Mescidi’ni ihya hikayelerini birinci ağızdan dinliyoruz. Rehberimiz, akşam için de iftara davet ettiği Bab’ür-Rahme Mescidi’ni de detaylarıyla anlatıyor ve bizi Bab’ür-Rahme kapısından Aksa’nın dışına çıkartıyor. Ardından sağımızda kalan Aslanlı Kapı’dan şehrin dışına çıkıyoruz. Artık karşımızda Zeytin Dağı, arkamızda surlar, solumuz Yusufiye Mezarlığı, sağımız da Bab’ür-Rahme mezarlığı. Mezarlıktaki ziyaretlerimiz ilk Kudüs kadısı olmak üzere orada medfun sahabilere hediye ettiğimiz Fatihalar ardından da önemli şahsiyetlerin hayat hikayeleriyle tamamlanıyor. 

Kudüs Bab'ür Rahme Mezarlığı

Tekrar şehirdeyiz. Günün buradan sonraki kısmı Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın hayatlarının geçtiği güzergahlarda devam ediyor.  Meğaribe dedik ya hani, bu Yahudiler kapıyı bir başka kapı olan Gavanibe kapısına bağlayan bir tünel açmışlar. 486 metre uzunluğundaki bu tünel Hrıstiyan hac yolununun 14 durağından ilki, Hz. İsa’nın yargılandığı rivayet edilen mahkemeye ve yanındaki komplekse açılıyor. Buradan sekiz durak daha gidiyorsunuz, tümü Kıyamet Kilisesi’nin içindeki beş durağı da ziyaret edince bir anda hacı oluveriyorsunuz. Fransızlar gene bu civarlarda kazılar yaparken Roma döneminden kalma kapı kalıntısı buluyorlar 1800’lerde. Sıradaki ziyaret noktamız orası. Altı müze, üstü otel olan bir roma kalıntısı. Burada da biraz geçirdikten sonra ikindi namazı için bölgeden ayrılıyoruz.

Kudüs Kıyamet Kilisesi

Mescid-i Aksa’da Top Oynamak

İkindi namazı için Kudüs Afgan Tekkesi’ne gittik. Şeyh Efendi de içeride. Ne kadar samimi, latif bir ortam. Musafaha ediyoruz ve rehberimizin ardında saf tutup cemaat oluyoruz. Biz namazları kıldıktan sonra Şeyh Efendi’nin sağına soluna sıralanıyoruz. Şeyh Efendi’yle biraz muhabbet ettikten sonra bizlere şunu söylüyor “ Bir millet nasılsa, Allah da ona göre başına bir lider tayin eder.” Burada yerel halk olmak üzere kanaat önderleri de hem Türk halkını hem de yönetimine karşı gerçekten de derin bir sevgi beslemekte. Akşam ezanının okunmasına dakikalar kala Aksa’ya doğru yürürken gene bir şey öğreniyoruz rehberimizden: Kudüs’te herhangi bir binada tek tip taş yerine bir sıra Kudüs’ün meşhur sarı taşından bir sıra da kırmızı gibi farklı renkte bir taş görürseniz, bu bina Memlüklerden kalma diyebilirmişsiniz. Bu bilgiyle tekrar Aksa’ya doğru harekete geçiyoruz.

Kapıdan içeri girdiğimizde elindeki topuyla Filistinli bir çocuk bizi karşılıyor. Ekip arkadaşlarımızla birlikte hemen oyunu kuruyoruz. E artık Aksa’da top oynamadık da demeyiz değil mi :). Bakıyoruz ki ekibin geri kalanı biz top oynarken gitmiş. Yetişeceğiz diye başlıyoruz deli gibi koşmaya. Aksa 144 dönüm, koş koş bitmiyor. Aksa’da koşmadık da demeyiz :). Ekibe yetiştiğimizde hadi bir fotoğraf çektirelim diye bir ses geliyor. Kime çektirelim? Şurdan gelen dayıya çektirelim diye dayının yanına giden Celal vesilesiyle tanıştığımız isim Musa Hicazi’ymiş. Adam bizimle Türkçe konuştu ya! Musa Abiyle konuştuktan sonra Filistinli gardaşlarımızın bizi ne olarak gördüklerine artık tam olarak kanaat getirdim: “Sizler yiğitsiniz” diyor Musa abi, “Bu zulüm sizin elinizde son bulacak. Aksa Türkleri bekliyor.” 

İftar

Ezan-ı Muhammedî okununca biz de Bâb’ür-Rahme’ye doğru yöneliyoruz. Akşam namazı için durağımız burası. Namaz bitimi Aksa’nın ortalama zemin yüksekliğinden dört beş metre kadar çukurda kalan cami avlusuna serilmiş poşet sofranın baş tarafına sağlı sollu sıralanıyoruz. Muhtemelen hanımlar da camii içinde iftar yapacaklar. Sofraya oturduğumuzda yoğurtlar ve salatalar hazır. Biz iftariyelik tarzı yemekler beklerken sofraya gelen yiyecekler iştahımızı kabarttı. Yemekler bir gelmeye başladı, havuçlu pilav tabakları geliyor üstlerinde de tavuk butları… Ardından yeni pilav tabakları geliyor, üstüne yemek dağıtan abi “Sallu Ale Nebi” deyip deyip bizim önümüze but fırlatıyor. Kudüs bereketini iliklerimize kadar hissettiğimiz bir gündü. İftardan sonra Filistin belediye başkanı ve davanın önemli aktörlerinden Raid Salah Beyefendi’nin -biz Kudüs’teyken rahatsızlığından dolayı istirahatteymiş sanırım- yakın arkadaşlarından Süleyman amcamızla tanışıyoruz.

Buraya tıklayarak Zürih Anı Yazımızı okuyabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir