Erasmusa gitmek hayatımdaki en büyük olaylardan biriydi. Bu sayede çok fazla ülke gezme fırsatım oldu ve bunlardan birisi de hayran kaldığım, doğasına aşık olduğum İsviçre. Hollanda’dan tren ile yola çıktım ve Frankfurt’a gelerek 1 hafta kuzenimin yanında kaldım daha sonra yine trenle İsviçre’ye geçtim. Ama Almanya’da 3-4 saatlik tren rötarıyla güne başladım. Yolculuğum Zürih olacaktı kalacağım yer ise ablamın en yakın arkadışının yanı yani Lozan’dı. Ayrıca 4 gün boyunca İsviçre’de toplu taşıma ve müzelerde geçerli SwissPass kullandım, bu yüzden çok müzeli bir yolculuk beni bekliyordu ama bu rötar işlerimi biraz zorlaştırmıştı. Ayrıca trenlerde sık sık bilet kontrolü oluyordu, biletler de inanılmaz pahalı olduğu ve ben 4 gün boyunca 4 il gezeceğim için en mantıklı ve ekonomik yol bu bileti almam olmuştu.
Etkileyici İsviçre Ulusal Müzesi
İsviçre; Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça dillerinin konuşulduğu birçok milletten insanın yaşadığı bir ülke. Zürih ise aralarından en çok bilinen şehri olmasına rağmen başkenti değil (başkenti Bern). Başkent ünvanını almasa da bana göre kesinlikle İsviçre’nin en görülmeye değer şehri. Bu sebeple ilk rotamız beni hem doğası hem müzeleriyle bu kadar etkileyeceğini tahmin dahi edemeyeceğim Zürih. Öncelikle tren yolculuğumda gideceğim tüm müzelerin rotasını çıkardım çünkü bu ülke benim tek başıma gezdiğim ve keşfettiğim ilk ülkeydi. İndiğimde hemen sırt çantamı dolaba kilitledim, diğer ülkelere göre oldukça pahalıydı. Ardından tren garının karşısında yer alan Swiss National Museum’a gittim. Bir müzenin bu kadar etkileyici olması inanılmazdı. Ayrıca gittiğim her müzede bana müzeyi nasıl gezeceğime dair bilgiler veren bir görevli vardı ve mutlaka müzenin haritasını veriyorlardı. Büyük bir müze olduğu için birkaç kere kaybolduğumu itiraf etmem gerekiyor. İsviçre tarihine dair birçok eserin yer aldığı harika bir müzeydi.

Huzur Dolu Şehir Merkezi
Zürih şehir merkezi bir günde yürüyerek gezilebilecek büyüklükte bu sebeple bol bol yürüyerek etrafı izlemem mümkündü, ben de aynen öyle yaptım. Her yerde olduğu gibi burada da yolda Türkçe konuşan insanları çokça duydum. Zürih’i tepeden görebileceğiniz ve harika manzarası olan Lindenhof tepesine çıktım, manzara inanılmazdı. Daha sonra da bir süre kuyruk bekleyerek İsviçre’nin ünlü bir yemeği olan Raclette yedim. Aslında önüme koyulan makinede peyniri eritmek benim görevimdi. Bir nevi yemeğimi kendim hazırladım ve bu da güzel bir tecrübe oldu benim için.

Ayrıca Avrupa’da diğer ülkelerde musluk suyunu restoranlardan ücretsiz olarak isteyebilseniz ama Zürih’te durum biraz farklı. Zürih’in musluk suyu çok lezzetli olduğu ve beğenildiği için ücretli maalesef. Şunu da söylemeliyim ki İsviçre gerçekten oldukça pahalı bir ülke, fakat insanların maaşları da fazla bu sebeple refah seviyesi yüksek ve insanlar genel olarak mutlu. Belki de Lindt Lindor çikolatasının inanılmaz lezzeti de onları mutlu ediyor olabilir :). Tek kelimeyle mükemmel bir çikolata, yediğim anda hayran kaldığım ve tadını unutamadığım nadir çikolatalardan (bir diğeri de Raffaello). Ayrıca da para birimi diğer Avrupa ülkeleri gibi Euro değil, İsviçre Frangı. Her şeyin diğer ülkelere göre biraz daha pahalı olmasının sebebi belki de bu.

Doğasıyla Büyüleyen Interlaken ve Grindelwald
Günümün toplam yedi saatinin yolda geçtiği bu doğa harikası yere gitmek Zürih yolculuğumda aldığım en doğru karardı. Hayatımda gördüğüm en berrak suyu gördüm ve adeta büyülendim. O kadar güzel bir renkti ki anlatamam, bir çöp tanesi dahi görmedim. Interlaken birçok ülkeden turist çeken harika bir göl. Yine trenle on beş dakikalık bir yolculuk ile de Grindelwald’a gelinebiliyor. Orada da sizi harika bir şelale karşılıyor. Her şey o kadar berrak ve doğaldı ki, gördüğüm her şey rüya gibi geliyordu. Sanki bunlar ulaşılmaz yerler ve sadece animasyon filmlerinde olabilecek görüntülerdi. Ben de bir şekilde bu filmin içindeydim ve hatta bu filmin başroldüydüm.

Son Sözler
Tren yolculuklarında çok uykum olmasına rağmen gözümü bile kırpmak istemedim çünkü yol boyu her yer o kadar görülmeye değerdi ki. Ayrıca ilk kez tek başıma gezdiğim bir ülke oldu. Her şeyi istediğim gibi ve istediğim anda yapabilme özgürlüğü de beni çok mutlu hissettirdi. Bazen insan gerçekten de sırt çantasını alıp çok da düşünmeden yola çıkmalı. Belki de yeterince gezerseniz Alp’lerde Heidi’yi bile görebilirsiniz.

Buraya tıklayarak Châtelaillon-Plage Anı Yazımızı okuyabilirsiniz.