Update cookies preferences

Berlin: Uzun Yürüyüşleri Sevenlerin Cenneti

Berlin

Bu şehir hakkında yazarken çok zorlandım, en az on defa sıfırdan başka bir metin düzenlemeye çalıştım, “bu değil, bu da değil, ben farklı bir şey istiyorum” diyen Ali Ağaoğlu kıvamından sonra tekrar vira bismillah diyerek tatmin etmeyeceğine kanaat getirdiğim Berlin seyahati genel bakış yazısına başlıyorum. 

Berlin İle İlk Karşılaşma

On saatlik bir gece yolculuğunun ardından Avrupa’nın en otogar gibi hissettiren otogarımsısına inmişseniz uzun süre otobüste oturmanın acısını uzun süre yürüyerek çıkarmaya karar vermek en güzelidir. Berlin ZOB şehir merkezinden biraz uzak, mesafeler ise bizim için hiç önemli değil. İlk defa bulunduğumuz şehirleri gezerken toplu taşıma kullanma fikrine tamamen karşıyız. Eh, tabana kuvvet dedik ve rotamızda bulunan en yakın yer olan Charlettenburg Sarayı’na doğru yürümeye başladık. Berlin bizim seyahat listemizde altıncı şehirdi. Çoktan birçok saray, tarihi eser, cadde ve sokak görmüştük; aşırı doz sanattan görme yetimizi yitirmek üzereydik. Saray hakkında ayrıntılı bilgiye sahiptik, en garip zamanlarda en şaşırtıcı bilgileri verebilen kardeşim de yanımdaydı, tek eksik sarayın içine girmekti. Saraya uzanan uzun yemyeşil parkta oturmayı ve sarayın ihtişamına bakarak dinlenmeyi tercih ettik. Sarayın önündeki ana yoldan karşıya bakarsanız sağ ve solda iki ayrı müze bizi karşılıyor. Yaz molasında olmamıza rağmen lise öğrencileri okul gezisi olarak geldiği için çok kalabalık bir meydanda idik.

Berlin Saray Önü

Otele Doğru

Uzun bir süre dinlendikten sonra otelin yolunu tutuyoruz. Artık tek yapmamız gereken dümdüz yürümek. Bu yürüyüş boyunca hem modern, hem geleneksel Alman kültürünün korunduğu, hem de geleneğin dışında ancak yine de tarihi özellik barındıran binalara denk geldik. Bunları yan yana görmek bir yana, yalnızca iki günümüzü geçireceğimiz bu şehirde birçok kültürü görmek bizim için hayret verici bir deneyim zira iki günümüzü geçirdiğimiz diğer bir şehir olan Amsterdam’da gözümüze ilk çarpan şey kesinlikle bu kültürel çeşitlilik değildi.

Avrupa’da 7/24 açık olan yerleri ya da sabah erken saatte açılan iş yerlerini ve cafeleri bulmak hayli zor. Ama yine de sabahın yedisinde elimizde valizlerimizle gezerken günlerini başlatan Almanları ( ya da Türkleri, Lehleri, İtalyanları, Romanyalıları, Suriyelileri…) görebiliyorduk. Kimisi binanın önündeki masasında kahvesini içiyordu, kimisi gazetesini okuyordu ama çoğu ise kesinlikle spor yapıyordu. Otelin önüne uzanan bu yürüyüşte sadece farklı yapılara değil, farklı insanlara da denk düşmek işten bile değil. Abartıp Avrupa’da dilenen insanlar ve gittiğimiz diğer bölgelerde dilenen insanlar arasındaki benzerlikler ve farklılıklara yönelik bir sosyoekonomik çıkarımlar yapacak kadar uzun bir yürüyüş yapıyoruz. Bu yürüyüşe oturup sadece etrafı izlediğimiz zamanları da ekliyoruz.

Berlin Bina

Sınıflandırılamaz Berlin

Berlin’de, Avrupa’nın kuzeyinde, hava çok enteresan. Temmuz ayının ortasında bazen yanıyor ve bazen üşüyoruz, çoğu zaman da fırtınaya yakalanıyoruz. Ancak Google uygulamaları burada o kadar mükemmel çalışıyor ki hangi saatte hava kaç derece olacak ve yağmur tam olarak ne zaman başlayacak biliyoruz, bu yüzden kıyafetimizi seçerken zorlanmıyoruz. Berlinde olmak dünyanın birçok yerinde, birçok zaman periyodunda aynı anda olmak gibi. Şehir merkezindeki modern ve mutlikültürel yaşam, Checkpoint Charlie, Berlin Duvarı, Brandenburg Kapısı, Müzeler Adası…

Hepsi farklı zaman kısımlarından bambaşka tarihi olayları temsilen bir arada duruyor. Aynı anda hem Alman hem Türk hem de İtalyan kültürünün varlığı ikinci günden itibaren hissettirdi. Bu yüzden Berlin’de olmanın nasıl bir his olduğunu tarif etmem gerekirse onu sınıflandırmaya çalışmam başarısız olacaktır. Bu his Berlin’de olmak gibi! Checkpoint Charlie, o eski kontrol noktası, bir dönemin belgeseli gibi duruyor. Burada durup, yalnızca duvarların değil, insan ruhlarının da nasıl aşılabileceğini düşündüğünüzde, tarih ve özgürlük arasındaki köprüyü somut bir şekilde hissediyorsunuz. Biz metrodan çıkar çıkmaz yağmura tutulunca daha derinden hissettik diyebilirim.

Berlin Checkpoint Charile

Büyüleyici Tiergarten

Yazının başlığının neden uzun yürüyüşlerle alakalı olduğuna gelince; otelimizin de içinde bulunduğu şehir merkezinden Hayvanat Bahçesi’ne doğru paralel ilerlemeye başlayınca tüm trafik ve insan gürültüsünü kesen bir patikaya doğru ilerliyoruz. İnsanlar tarafından ayak izlerinin aşındırması ile oluşan bu patika bile Maps’te mevcuttu! Bu yürüyüş yolunun ucu bataklık aşmak için bir köprü ile bittiğini düşünmüştük ancak sonuç bambaşka çıktı. Tiergarten’a ayak basmış olduk ve yeşilliklerle bezeli yolu zevkle yürüdük. Yürüyüş sanırım 3 saat kadar sürdü, ama hiçbir dakikası sıkıcı değildi. Tiergarten’ın merkezinde ise Zafer Sütunu bizi karşıladı. Bu fotoğrafta Zafer Sütunu’nu çeken kardeşimi görebilirsiniz. Arkasında ise yürüdüğümüz yolun bir kısmı ve yürüyeceğimi yolun fragmanı yer alıyor. Zafer Sütunu, Berlin’in gökyüzüne yükselen zaferini ve kararlılığını temsil ediyor. Altın rengi heykeliyle, şehirdeki her zaferin ve her mücadeleci ruhun bir hatırası gibi parlıyor. Çevresindeki parkta yürüyüş yaparken, Berlin’in tarih boyunca yaşadığı büyük anları ve halkının kararlılığını hissetmek, bu şehri daha da anlamlı kıldı.

Berlin ile Kardeşim
Berlin Zafer Sütunu

Müzeler Adası

Tiergarten, Berlin’in kalbinde bir nefes alma noktası. Ormanlık yolları, göletleri ve geniş çimenlikleriyle, şehir hayatının karmaşasından uzaklaşmanıza olanak tanıyor. Burada yürürken, doğanın ve şehrin uyum içinde nasıl var olabileceğini gözlemliyorsunuz; belki de ruhunuzu tazelemek ve huzuru bulmak için ideal bir yer. Müzeler Adası, kültür ve sanatın kalbinin attığı yer. Burada, insanlığın en değerli sanat eserlerini ve tarihî buluntuları görmek, geçmişin derinliklerine bir yolculuğa çıkmak gibiydi. Ada aynı zamanda Humboldt Üniversitesine de ev sahipliği yapıyor. Orada sanıyorum ki 3 saatten fazla bir zamanımızı sadece çimenlerin üzerinde uzanarak ve sokak müzisyenlerini dinleyerek geçirdik.

Müzeler Adası

Son Sözler

Berlin’in tarihi ve kültürel zenginlikleri, şehirde geçirdiğiniz her anı daha da anlamlı kıldı. Her köşe, her anıt, her park, Berlin’in çok katmanlı ruhunu ve insanlarının dirençli karakterini hissettik. Ancak biz, sıcakkanlı memleketimizi bu şehirde yer yer özledik :).  Şehir, yalnızca bir gezginin not defteri değil, bir zamanlar yaşanmış öykülerin yankılarıyla dolu bir sahne. Eğer fırsatınız olursa Parlamento Binası’nın orada, nehrin tam karşısındaki ekrana ışık gösteriyle yapılan propaganda gösterisini izleyen sayısız Almanın içindeki Türk olmayı unutmayın, asla unutamayacağım bir deneyimdi! Son olarak, bu tulumbanın suyu içilmez!

Su Tulumbası

Buraya tıklayarak Kahire Anı Yazımızı okuyabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir